Her yıl bu korkuyu yaşarım. Allah’a şükürler olsun ki can kaybı yok. Geçtiğimiz günlerde yazmıştım. Yaz aylarında en çok korktuğum yaz yağmurları ve yağmurun şiddetini arttırması.
Her yıl hemen hemen bu korkuyu yaşıyorum. Mayıs ayı ile Ekim sonuna kadar korktuğumuz yaz yağmurları ve şiddetini artırarak belli noktaları etkiliyor. Bundan bir hafta kadar önce yine köşede yazmıştım.
Yaz aylarında kitlesel yağan yağmurlar belli noktaları etkilemekte. Buralar genelde; Çayeli iç kesim, Salarha ve ağırlıklı Muradiye beldesi, Ardeşen yüksek kesimler, Hemşin, Çamlıhemşin, Fındıklı, Derepazarı kısmen.
Bunun sebebi hiç araştırıldı mı?
Neden bu bölgeler ağırlıklı yağmur almakta?
Neden önlemler alınmamakta?
Bu konuda en şanssız Muradiye Beldesi…
Belediye Başkanı Musa Süreyya Balcı her yağmur ile birlikte yeni önlemler almasına rağmen, çok iyi çalışarak yağmur felaketlerinin önüne geçmeye çalışıyor ama her yaz mutlaka bir yerden felakete yakalanıyor.
Başkan, yine korktuğuna yakalandı. Bu kez isyan etti ve BATIYORUZZZZ diye haykırdı.
Kolay değil. Çaresiz olmak, kolay değil, o yağmurun önlemini almak. Hiç kolay değil insanlara yardım etmek istemek ancak elden bir şey gelmemesi.
Bunu bir iki sel felaketinde yaşadım. Gündoğdu ve Pehlivantaşı felaketinin bizzat içinde gazeteci olarak yer aldım. Gökten kovalar ile boşalırcasına yağan yağmur ve insanların çaresizliği, neresi gelecek, nerede durmam gerek, yollar dere olmuş, çaresizlik ve tek teselli dua etmek. Elden başka bir şey gelmiyor.
Depremin bir değişiği; biri yer sallantısı diğeri ise gökyüzünden kovalarla boşalan su.
Deprem en fazla bir dakika sürer ancak yağmur bazen bir saat, bazen birkaç saat sürmekte. Çay bahçeleri içinde oluşan dereler, yollardan akan yağmur suları ve bu suların dereye dönüşmesi, sığınacak yer ararken ayaklar titrer.
Hani derler ya yağmurdan kaçarken doluya tutulmak. Burada kaçış yok, dev kayalar, evler, araçlar bu suyun önüne tutunması mümkün değil.
Kaderimiz bu diyoruz. Kaderin önüne geçilmez, son 30 yıldır bu kaderi Rize yaşıyor.
Peki, neden önceki yıllar bu yoktu?
Veya neden bu kadarı yoktu?
İşte asıl sorgulanması gereken bu…
Yok, ormanlar yok edildi, yok toprağın yapısı değişti. Peki, bu suya hangi toprak veya hangi orman dayanabilir.
Sorulması gereken diğer soru da bu olsa gerek.
Sel ve heyelan bölgeleri olan yerlerde mutlaka su kanalları gözden geçirilmeli. Çay bahçeleri veya ormanlarda bu kanallar oluşturulmalı. Hele Muradiye bölgesinin afet önceliği olması ve bu bölgede yağmurlara karşı yeni önlemler alınarak bu bölgenin afet sonrası tahlili yapılmalı. Alınan önlemler ne kadar yerinde oldu, su kanalları ne kadar suyu taşıdı? Bunlar mutlaka önlemlerle birlikte ölçülmeli.
Kader bu deyip durmamak lazım.
Kaderin önüne geçmek mümkün değil. Ancak kaderi insanlar kendileri yarattığı için bazı önlemlerle önüne geçmek mümkün.
Köylere çıkıp şöyle su kanallarını bir görmek gerek. Hangisi açık, hangisi kapalı. Köy yollarında en önemli konu su kanallarının açık tutulması. Bir ara İşkur kanalı ile alınan işçiler su kanallarını açmıştı tabii işin içine siyaset girince, bu işçiler artık evde oturarak maaş almakta. Bu kanallar mutlaka açık tutulmalı.
Her yağmur yağdığında kader dememeliyiz. Kaderimizi bazen kendimiz belirlemeliyiz. Muradiye Beldesi’nin de kaderi bu olmamalı.