Çocukluğumuzda hep bugünü beklerdik. Bazen, bazen diyorum çünkü hemen ardından çay bahçesine giriyorduk, yahu ne kısmetsiz çocuğuz bazen diyorduk, okulları başka zaman tatil etseler olmaz mı diye sorardık.
Okul bitti hemen çay bahçesine… İstersen gitme. Akşam hangi eve geleceksin, baba dayağının tadını bilirdik. Karneye zayıf geldiğinde karneyi eve nasıl gösterecektik. Bunların hepsi bizim için büyük soru işaretleriydi.
Öğretmen korkusu, baba korkusu, hepsi birleşirdi. TV yeni çıkmış ancak bizlere yasak, köyde birkaç kişide var ve kahvenin camları kapalı özellikle kâğıtla kapatırlardı. Çocuklar izlemesin diye, dua ederdik ve kâğıdın kıyının yırtık olmasını dilerdik, azda olsa oradan TV’yi görmek için.
Ne oyuncağı. Köyde kaymak arabası olan lüks sayılırdı. Ayağımızda ki of lastiklerini araba yapar, onlara yol yapardık. Tabii hele köyde babamın dayısının oğlu Sadik öğretmenden sürekli kaçmamız gerekirdi. Birde Asım öğretmenden, Sadık öğretmen haftada birkaç kez bizi haşlardı.
Sebep… Bizde bilmiyorduk. Onun yoldan geçiş saatlerini sürekli kollardık. Ne akşam oyunu… Ne de hafta sonu oyun, hele Sadık öğretmen görmesin, gördüyse okulda mutlaka dayak vardı. Yani çok dayağını yedim, kendine de söyledim, hakkım helal değil diye…
En son olarak da ortaokuldayken yine kurtulamadık ve yine derslerimize girmeye başladı. Bu kez yine dayak ancak biraz daha büyük olduğumuz için yüze değil, ele sopa ile vururdu ve her dersinde mutlaka üst araması yapardı. Sigara içenleri bilirdi. Her derse girişinde “ Ceplerinizi boşaltın “ derdi.
Artık ortaokul son sınıftayım, ergenlik çağı ve kanımız kaynıyor. Yine Sadık hoca derse girdi, girer girmez “ Herkes ceplerini boşaltsın” dedi.
Tabii herkes ceplerini boşaltmaya başladı, biliyorduk onun dersi ve o derste mutlaka aranacağımız belliydi, bizde hazırlıklıydık ancak bezmiştik.
Herkes ceplerini boşaltmaya başladı, ancak ben hiç oralı olmadım.
Bana seslendi, “ Sen niye boşaltmıyorsun”
-Bende “ Bezdim artık, üzerimde bir şey yok ve artık askeri arama veya polis araması gibi beni bir daha arama, üstümü sana daha aratmayacağım ve ceplerimi boşaltmayacağım” dedim.
Tekrar söyledi “ Boşalt”
Hayır dedim, boşaltmam, bir daha sakın söyleme dedim.
Bu kez “ Babana söylerim” dedi.
Söyle dedim. Babam halasının oğlu, söylesin dedim ve söyledi de, ama sonuç yoktu. Babam sadece niye boşaltmadın dedi. Bende bezdim dedim bitti.
Şimdi öğrencilere bakalım… Her şeyleri var, öğretmen ve baba korkusu yok, aile saygısı yok. Onlara her istediklerini alıyoruz, cep telefonuna kadar, tablet, bilgisayar, oyuncaklar, ne ararsan, TV kumandaları zaten ellerinde. Çay bahçesine girmezler, çalışmak yok.
Peki, yapıyoruz. Kimse iyi yaptığımızı söylemesin. Çocuklarımıza kötülük yapıyoruz, çayımızı Gürcüler yerine kendi çocuklarımıza toplatmamız gerek ve onların her isteğini yapmamamız gerek, ipler onların değil ailenin elinde olması şart.
Ama nerde…
Sonra da sorumluluk alan değil, sorun yaratan çocukla, gençle karşı karşıya kalacağız, eyvah diyeceğiz ama fayda etmeyecek.
Allah hepimize hayırlı evlat versin.