Elbette acı her zaman ki sel ve heyelanla birlikte yakınlarına düşüyor, Sel gider izi kalır, maalesef iz bırakıyor. Yaşamlarını sürdürdükleri evlerde yağmura yakalanan insanlar kendilerini yağmurdan korumak için girdikleri evlerinde heyelan ve sele kapılarak acı sona gidiyorlar.
Acıyı yaşayanlar, sel felaketinin izlerini görenler, anlık kurtuluş yaşayanlar, hayatlarında hikayeleri olanlar, Sel felaketi anında selden saniyelerle kurtulanların hikayelerini hep dinledik, ama öyle bir dinleme yapmıştım ki her sel felaketinde aklıma gelir ve paylaşırım.
Gündoğdu felaketini yaşayanlarla yaşadım, iftar saati idi ve o saatte iftar yapmak üzereydim, polis telsizinin hareketlenmesi ile evden çıkarak Öğretmen evinin bulunduğu alana gitmiştim, hiç unutamam, öylesine bir yağmur ki ne şemsiye dayanıyor, ne de araç içinde yağmurda durabiliyorsun. İşimi yapmak için çıktığımda şemsiyenin dayanmadığını gördüm ve 2-3 kare resim alayım derken makine bozuldu. Zifiri bir karanlık ve 10 metre ilerini görmek mümkün değil, sanki Rize ikiye ayrılmış, Öğretmen evi Rize tarafında tek damla yokken, birkaç metre ilerde ise adeta bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu.
İlerlemek mümkün değildi, yol dere olmuş, dağlar yola inmişti, tabii makine çalışmayınca şehre dönüp başka makine alarak tekrar olay yerine gittim, Yağmur dinmiş bağırtı sesleri geliyordu, Aytaç düğün salonunun ilerisine kadar gittim, ancak göz gözü görmüyor el feneri ile ilerliyordum, ortada yol yok, sadece çamur ve hafriyatlar vardı.
Sabahı beklediğimizde acı fatura ortaya çıkmıştı, Gündoğdu Reno servisinin önünde yaşlı bir adamı gördüm, kafası iki el arasındaydı ve dalmış gitmişti, yanına oturdum, “ Dede kimi kaybettin” dedim,, “ Oğul komşularım gitti, böylesine bir yağmur hiç görmemiştim, nerede eksik yapıyoruz diye düşündüm ve şimdiki mimar ve mühendislerin işe yaramadığını düşünüyordum” dedi.
Alt kısmından parça kopan eski bir evi bana göstererek “ Bu ev benim, eski evimiz, bak bir kısmı kopmasına rağmen ayakta duruyor, yeni evler koptu gitti, Niye biliyor musun, Babam ve dedem ev yaparken Deniz kıyısından 10-15 tane çakıl taşı alırlardı, ev yapmak istedikleri yerlere 3 er 5 er koyarlardı, bir hafta sonra o çakıl taşlarının altına bakarlardı ve hangisinin altında Karınca yuvası olduysa orayı ev yapmak için seçerlerdi” dedi.
Belki ilkel, belki mimar ve mühendislerin zoruna gidecek ancak, ilimizde yaşadığımız sel ve heyelanlarda eski binaların genelde ayakta kaldığını görüyoruz. Bu hikaye bana çok mantıklı gelmişti.
Şimdi baktığımızda 50 yıl ömrü olmayan binalarımız var, bunun yanında tarihimizden gelen eski binalara baktığımızda 100 yılını devirmiş binaları görmek mümkün.
Tarihi fazla eski olmayan sel ve heyelanlardan önce yine bölgemiz daha çok yağış alırdı, ancak kitlesel değil, genel bir yağmur alırdı, dereler taşardı, ekili alanlar derelere karışırdı, bu konuda İyidere vadisinde yarıcı olarak yaptığımız tarla her ekin döneminde dere suları ile yerle bir olur, ardından gider yatanları ayağa Kadir irdik, şimdi ise çay bahçeleri, evler, araziler sel sularına kapılmakta, elbette bunun bir nedeni var, arazilerimizde ki köklü ağaçları kesmemiz, toprak yapımızı bozmamız, ev yapılmayacak yerlere ev yapmamız gibi birçok nedeni var.
Devlet elbette yaraları sarmaya devam edecek, ancak bu böyle sürmemeli, toplu konutlar ile seçilen alanlar yerleşim yeri seçilebilir, bunun dışında herkes yine köyünde evine sahip çıkabilir, kimsenin köyünden ayrılması gerekmiyor, her köyde mutlaka yerleşim yeri mutlaka vardır. Seçilecek alanlar güvenli alan olarak halkın yerleşim yeri olmalı.
14 Temmuz da meydana gelen aşırı yağışta 6 vatandaşımızı kaybettik, yaz ayları maalesef korkulu rüya olmaya devam ediyor. Yağışlar nereye, ne zaman vuracak diye bekliyoruz, Allah daha beterinden saklasın.